“Kul imanın tamamına (hakikatına) eremez; şaka da olsa yalanı, haklı da olsa çekişmeyi terk edinceye kadar.”
“Haklı olduğu halde mücadeleyi terk edene cennetin ortasında bir köşk inşa edilir; haksız olduğu halde mücadeleyi terk eden için ise cennetin kenarında bir ev bina edilir.”
“ALLAH’ın hidayetinden sonra hiçbir kavim sapıtmamıştır. Ancak sapıtanlar mücadele edenlerdir.”
“Put ve içkiden nehyettikten sonra Rabbimin beni ilk nehyettiği ve benden aldığı ilk muâhede, dedi-kodu ve mücadeleden kaçınmaktır.”
Hadis-i Şerifler
***
Rivayet edildiğine göre Bahaeddin Buharî Hazretlerinin çok iltifat ettiği bir dervişi vardı. Bu derviş, ecnebi bir dervişle İman ve İslam hususunda tartışmaya girişti. Dedi ki: “İman, ikrar ile tasdikten; İslâm ise iman üzre ziyade yapılan amellerden ibarettir.” Bununla ilgili bir takım misâl ve deliller gösteren dervişin söyledikleri Hazretin mübarek kulağına vasıl olduğunda, orada bulunan dervişlere buyurdular ki: “Yapılan tartışma ile ilgilendiniz (o tartışmaya ülfet ettiniz; hoşunuza giderek dinlediniz); size lâzım olan ise o ilişkiyi bırakmak ve iman-ı taklitten geçip kendinizi kurtarmaktır.
Dervişlerin cümlesi, Hazret’in bu nasihatı ile iman-ı taklitten geçtiler; o derviş hariç… Îman-ı taklitten çıkmak kendisi için mümkün olmadı. Hatta (o mübarek sözlerden) hayret içinde kaldı.
Hazret ona dedi ki: “Bundan sonra dervişlerin sohbetinden çık, git!”
Israrla affını istedi ise de, Hazret, o adamı dervişler meclisine koymadı.
Ne zaman ki ALLAH’ın inayeti erişti de taklit bataklığından kurtuldu. Hâli gayet hoş oldu ve Hazret’in izni ile meclise yeniden dâhil edildi.
***
Çoğu zaman kişiyi böyle bir mücadeleye sevk eden, kendi ilim ve faziletini ortaya koymakla üstünlük (büyüklük) kazanmak, başkasının yanlışını açığa çıkarmak maksadıyla da onu kusurlu göstermektir ki, bunların ikisi de nefsin gizli ve kuvvetli şehvetlerindendir. Halbuki kibriya ve ululuk, rububiyyet vasıflarındandır. Nefis bu arzusunu (hevâsını), hakkı ortaya çıkarma perdesi ardına gizlenerek de yapabilir…
Bundan kurtuluş ise susmasında günah olmayan her mes’elede sükût etmekle mümkün olabilir.
İmâm-ı A’zam Ebu Hanife hazretleri, sohbetine devam eden Dâvud-i Tâi’ye, inzivayı ne için tercih ettiğini sormuş; Dâvud-i Tâi de: “Mücadeleyi terk etmek hususunda nefis mücahedesi yapmak için…” cevabını vermişti.
İmâm-ı A’zam hazretleri kendisine: “Giriştiğin bu mücadeleyi kazanmak için tenhalara kaçmak değil, meclislere katılmak lâzım! Meclislere katıl, söylenenleri dinle, lâkin kendin konuşma! Ancak bu şekilde mücahedeyi kazanabilirsin” demiş.
Dâvud-i Tâi bu hususta: “Ben de öyle yaptım ve en şiddetli mücahadeyi burada buldum” demiş. Çünkü düzeltmesine muktedir olduğu halde yanlış sözü duyan kimsenin buna susması kadar nefse zor gelen bir şey olamaz.
Bu sebeple Resul-i Ekrem Efendimiz: “Haklı olduğu halde mücadeleyi (edelleşmeyi) terk eden kimseye cennetin ortasında bir köşk inşa edilir…” buyurmuştur.
***
[Şayet mücadele, üstünlük veya kendine boyun büktürme gibi nefsin arzu ve hevâsından kaynaklanıyorsa bahanesi (konusu) ne olursa olsun ve kimler arasında yapılırsa yapılsın neticenin her iki taraf için de mahrumiyet olduğu; hiddete, kîne ve adavete sebep olduğu; uzun zamanlar devam etse de neticenin değişmediği sayısız tecrübeyle sabittir.
Şöyle de denebilir; neticesi mahrumiyet olan mücadelenin (cedel ve münakaşanın) asıl sebebi zarf değil mazruftur (konu değil konunun arkasına veya içine gizlenen nefistir).
Öyle tohumdan (nefisten) böyle meyve (hiddet, kin, adavet)…
Nefsin arzu ve hevâsının karışmadığı bütün gayret ve çalışmalardan ise hürmet, muhabbet, itminan ve marifet gibi güzel meyveler zuhur eder…
Böyle tohumdan öyle meyve…]
***
Mücadelenin en şiddetlisi îtikad ve mezhep mevzûlarındaki münakaşa ve cedelde görülür. Zira mücadele fıtri bir haldir; bir de bunda sevap olduğu sanılırsa, mücadele hırsı daha da artar. Hem tabiatı, hem de sevap itikadı bu mücadelede kendisini tahrik eder. Bu ise sırf hatadır. İnsana yaraşan, kıble ehlinden dilini çekmektir.
Yapılması gereken ise mücadele yolu ile değil, gizli nasihat yolu ile îkaza çalışmaktır. Nasihatın fayda vermeyeceğini anlayınca da onu terk edip nefsi ile meşgul olmalıdır.
“Dilini ehl-i kıbleden çekip, onları ancak gücünün yettiği en güzel şekilde ikaza çalışan kimseye ALLAH rahmet etsin” hadis-i şerifini rivayet eden Hişam bin Urve (r.a.), Resul-i Ekrem Efendimizin bu sözü yedi defa tekrarladığını söylemiştir.