KALPTEN HABER VAR

Hz. Mûsâ aleyhi’s-selâm yolda, “Ey Allah’ım, Ey Rabbim!” diye yakaran bir çoban gördü. (Diyordu ki): “Neredesin, gelip hizmetkârın olayım! Çarığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayıp, bitlerini kırayım. Ey Yüce Rabbim, Sana süt ikrâm edeyim! Elceğizini öpeyim, ayağını ovayım. Uyku vakti gelince yerceğizini silip süpüreyim. Sana feda olsun bütün keçilerim. Seni anmak içindir bütün nağmelerim, heyheylerim.”

O çoban, bu çeşit saçma sapan şeyler söyleyip duruyordu.

Mûsâ: “Kiminle konuşuyorsun?” dedi.

Çoban: “Bizi yaratan, bu yeri göğü var edenle.” dedi.

Mûsâ dedi: Çok âsi oldun sen. Müslüman olmadan kâfir oldun.

Bu ne zırva, bu ne küfür ve saçmalama? Ağzına pamuk tıka! Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Din ipeğini küfrün paçavraya çevirdi.

Çarık, dolak, ancak sana yaraşır. Böyle şeyler bir güneşe nasıl uygun olur? Bu tür sözlerden ağzını kapamazsan, bir ateş gelip insanları yakar. 

ALLAH’ın her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun? Nasıl oluyor da bu çeşit saçmalamak ve çizmeyi aşmak senin inancın haline geliyor?

Akılsız dostluk düşmanlığın ta kendisidir. ALLAH bu çeşit hizmetlerden müstağnidir.

Bu çeşit sözleri ancak amcana dayına söylersin. Cisim ve ihtiyaç, Celâl Sahibi’nin sıfatlarından mıdır? Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer.

Senin bu sözlerin, (ALLAH): “Hastalandım, ziyaretime gelmedin”, “Benimle duyup Benimle görür” buyurduğu kullar için de anlamsızdır.

Hakk’ın seçkin kulları ile edepsizce konuşmak kalbi öldürür, gönlü karartır; amel defterini kapkara bir hale koyar. Erkekle kadın aynı cinsten olsa da, bir erkeğe “Fatma” desen, halîm ve mülâyim biri bile olsa, imkânı olsa senin canına kasteder. Kadınlar için Fatma bir övgüdür. Fakat erkeğe söylersen kılıç yarası gibi olur. El ve ayak bizim için övünç vesilesidir; oysa Hakk’ın müstağniliğine nispetle kusur.

(Çoban): Ey Mûsâ, ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın.” dedi. Üstünü başını yırtarak yana yana bir âh çekti. Başını alıp çöle doğru yola düştü.

Mûsâ’ya şu vahiy geldi: Kulumuzu bizden ayırdın. Sen kavuşturmaya mı geldin yoksa ayırmaya mı? Gücün yettiğince ayrılığa ayak basma. Ben’im katımda en çirkin şey boşanmaktır (ayrılıktır). Herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim. Ona metih olan söz, sana zemdir; ona göre baldır, sana göre zehir. Biz, temizlikten de beriyiz, kirliden de. Hantallıktan da ariyiz (müstağniyiz), çeviklik ve titizlikten de. Kendime bir yarar sağlamak için değil, kullarıma ikramda bulunmak içindir emirlerim. Hintlilere, Hintlilerin sözleri metihtir; Sintlilere, Sintlilerin… Onların teşbihleri ile münezzeh ve mukaddes olmam. Bu teşbih incilerini söylemekle kendileri temizlenir, pâk olurlar. Biz; dile ve söze bakmayız; gönle ve hale bakarız.

Kalp huşu sahibiyse kalbe bakarız, isterse sözünde kulluk ve boyun eğicilik olmasın. Çünkü kalp cevherdir, söz söylemekse a’raz. A’raz eklentidir, cevher maksat. Mânâsı gizli ve kapalı yahut başka olan bu çeşit sözler ne vakte kadar sürecek? Yanış isterim, yanış… O ateşe düş; yoldaş ol o yanışa… Canda sevgiden bir ateş tutuştur; aşktan bir ateş yak canında. Düşünceyi, sözü baştanbaşa yakıver. Yol yordam bilenler başkadır; canı, rûhu yanmış aşıklar başka, ey Mûsâ! Âşıklara her nefeste bir yanış vardır. Harap köye haraç ve öşür olmaz. Yanlış söylese de ona hatalı deme. Kanına bulanıp şehit olursa yıkamaya kalkışma. Şehitlere kan, sudan yeğdir. Bu yanlış söz de, yüzlerce doğrudan yeğ! Kâbe’nin içinde kıbleden (kıbleye dönme zorunluluğundan) eser yoktur. Âşıkların dini, mezhebi ALLAH’tır.

Yakut’un üstünde (yakut olduğuna dair) damga olmasa ne çıkar?

Ondan sonra Hakk, Mûsâ’nın sırrına dile gelmeyecek sırlar söyledi. Mûsâ’nın kalbine sözler döküldü. Görmek ve söylemek birbirine karıştı. Defalarca kendinden geçip defalarca kendine geldi. Kaç defa ezelden ebede kanatlandı.

Eğer bundan ötesini anlatmaya kalkışırsam ahmaklık etmiş olurum. Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak, anlayışın ötesindedir. Söylesem, akıllar uçup gider; yazmaya kalksam, kalemler kırılır.

Mûsâ, Hakk’tan bu azarlamayı duyunca çöle düşüp çobanın ardınca koşmaya başladı. O hayran âşığın ayak izini sürdü, çölün altını üstüne getirdi. Nihayet onu buldu.

Dedi ki: “Müjdemi ver! Sana izin çıktı. Hiçbir adap ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu söyle! Senin küfrün (o halin), din; dinin de can nuru… Sen emniyete erişmişsin; dünya da seninle emniyette. Ey “Allah dilediğini yapar” sırrına erişip o sırla her şeyden affedilmiş olan kişi; korkusuzca yürü, dilini serbest bırak.”

Dedi: “Ey Mûsâ, ben o halden (o cezbe halinden), o sözlerden geçtim. Şimdi kendi gönlümün kanlarına bulandım. Ben Sidretü’l-Müntehâ’dan da aşmış, oradan bile yüz binlerce yıl öteye gitmişim. Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı, gökleri aştı. Şimdi benim halime söz sığmaz.”

Şimdi, ey ALLAH’a yalvaran kişi! Kendine gel kendine! Hamd etsen de şükretsen de bil ki senin yaptığın da çobanın lâyık olmayan yakarışı gibidir. Senin hamdın ona nispetle daha iyi olsa da Hakk’a nispetle değeri yok, sonsuz eksiktir. Ne vakte dek hamd ve şükrü yerine getiriyorum deyip duracaksın. Perde kaldırılınca oldu sanılan nice şeylerin olmamış bulunduğu meydana çıkar. Senin zikrinin kabulü rahmettendir. Âdeta kanı durmayan birinin namaz kılması gibi bir ruhsattandır. Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa, senin zikrine de benzetme ve zannetmeler bulaşır. Kan pistir ama bir parça su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler var ki… ALLAH’ın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksik olmaz.

Keşke secdeye kapandığında: Sübhane Rabbiyel A’la’nın manasına: Secdem de varlığım gibi Sana lâyık değil. Sen kötülüğe karşılık iyilik ihsan eyle! hissiyatına ereydin.

Mesnevi-i Şerif