Eğer gizli ve manevi ilmin (kalpten) kalbe nasıl aksedeceğine dair bir misal istersen Rûmîlerle Çinlilere ait hikâyeyi dinle!
Çinliler “Biz daha mahir nakkaşız” davasını güttüklerinde, Rûmîler de: “Bizim maharetimiz daha üstündür.” dediler. Padişah ise: “Sizi imtihan edeceğim; bakalım hanginiz dâvasında haklı.” dedi.
Çinlilerle Rûmîler bir araya geldiler.
Rûmîler ilimlerine daha vakıf kişilerdi.
Çin ressamları “Bir hususi oda bizim, bir oda da sizin olsun” dediler.
Kapıları karşı karşıya iki oda vardı. Bir tanesini Çin ressamlar aldı. Öbürünü de Rûm ressamları.
Çinliler, padişahtan yüz türlü boya istediler. O mes’ud padişah da hazinesini açtırdı. Çinlilere her sabah hazineden türlü türlü boyalar verilmekteydi. Rûmîler ise: “Ne nakış, ne boya lâzımdır. Bizim sanatımızda pası defetmekten başka bir şey işe yaramaz!” dediler. Kapıyı kapatıp duvarı cilâlamaya başladılar. Gök gibi tertemiz, sâf ve berrak bir hale getirdiler.
İki yüz çeşit renge boyanmaktansa renksizlik daha iyi. Renk bulut gibidir. Renksizlikse ay. Bulutta parlaklık ve ziya görürsen bil ki yıldızdan aydan ve güneştendir.
Çinli ressamlar işlerini bitirdiler. Hepsi de yaptıkları resimlerin güzelliğine sevinmekteydiler.
Padişah içeri girip Çinlilerin yaptığı resimleri gördü. Öyle nakışlar ki, hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalâde güzel şeylerdi. Ondan sonra Rûmîlerin odasına gitti. Bir Rum ressamı, karşı odayı görmeye mâni olan ara yerdeki perdeyi kaldırdı. Öbür odada Çin ressamlarının yapmış olduğu resimlerle nakışlar, bu odanın cilâlanmış duvarına aksetti. Orada ne varsa burada daha iyi ve parlak göründü; resimlerin aksi, âdeta göz alıyordu.
İşte Rûmîler, sofiler/dervişlerdir. Onların; ezberlenecek dersleri, okuyacak (çeşit çeşit) kitapları yoktur. Sûretâ hünersiz ve marifetsiz görünürler. Lâkin gönüllerini yani kalblerini (zikrullah ile) cilalamışlar; tamâ, hırs, haset ve kin gibi ahlâk-ı rezileden arındırmışlardır.
Gayb âleminin sınırsız ve şekilsiz sureti arşa, ferşe, denizlere; hulasa bütün kâinata sığmaz. Çünkü bütün bunların hududu, sayısı; son derece genişliğiyle beraber bir haddi, bir nihayeti vardır. Halbuki gönül aynasının hadd-ü nihayeti yoktur. Burada akıl, ya susar, yahut şaşırıp kalır. Sebebi de: Gönül O’nunla mıdır yoksa O gönülde midir?
Hem bâadet, hem bîadet olan yani hem kesrete dalan, hem vahdeti bulan gönülden başkasında hiçbir nakış ebediyen parlamaz. Fakat ezelden ebede kadar zuhur ede gelen her yeni nakış, gönle akseder, orada perdesiz, apaçık surette tecelli eder.
Gönüllerini cilâlamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuşlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik müşahede ederler. Onlar, ilmin kabuğundaki nakşı bırakmışlar, manasını ve gayesini almışlar; ayne’l-yakîn sancağını kaldırmışlardır. Onlarda fikir düşüncesi gitmiş; nurlanma husule gelmiştir.
Onlar, cümle halkın korktuğu ölüme tebessümle bakarlar. Kimse onların gönlüne galip gelip esrarı anlayamaz.
Hatta bazıları Hakk yolunda yaralı ve şehid olsalar da gelen zarar inciye değil sedefedir.