Her türlü benzerlik ve eksiklikten münezzeh olan Allah-u Teâlâ, kullarının terbiye ve ıslah olmalarını dilemiş ve emretmiştir.
Allah-u Teâlâ’nın bu manadaki ’emr’i iki çeşittir. Birincisi, Nebîler ve Resûller aracılığıyla gerçekleşir ve özeldir. Gayesi, kulları, kendi tercihleriyle imtihan etmek ve kurtuluşa davet edip götürmektir.
Eğer insanlar kendi tercihleriyle ve gönüllü olarak bu ’emr’e tabi olup gereğini yerine getirirlerse yani maddi ve manevi hükümlere uyarlarsa, istenen yerine gelir ve gaye hasıl olmuş olur.
Şayet uymazlar ve gereğini yerine getirmezlerse, ikinci tür Emr, onları bu hükümlere uymaya zorlar veya uymamanın cezasına…
Bu ikinci ’emr’in uygulanmamasının ihtimali yoktur. Evrende ve insanlarda yürürlükte olan hadiseler, bu ’emr’in gereğidir.
“Başınıza gelenler, kendi ellerinizle yaptıklarınızdandır; pek çoğunu da affeder.” ayeti bu manayadır.
Allah-u Teâlâ’nın ’emr’inin herhangi bir zaman ve mekânda geçerli ve yürürlükte olmamasına da ihtimal yoktur.
“Bir şeyi irade ettiğinde O’nun emri ancak ona “Kün/Ol” demesidir. O da olur. Her şeyin melekutu/hükümranlığı yed’inde olan Subhan’dır. O’na rücu’ ettirileceksiniz.” (36/82-83)
Şu kadarı var ki, Resûllere tabi olmak ve (Varis-i Resûl olan) Evliya’yı izlemek, hem nefsin kemale ermesini ve hem de ilahi hükümlere uyulmasını kolaylaştırdığı / sağladığı için Allah-u Teâlâ, merhametinin bir sonucu olarak Enbiya göndermiş ve Evliya’yı da vesile kılmıştır.
Eğer bu yolla yani özele hitap eden hükümlere uymakla davete icabet edilir ve gereği yerine getirilirse ne âlâ!
Zaten istenen de budur.
Bunu seçip seçmemek ve gereğini yapıp yapmamak kulların tercihlerine ve serbest iradelerine bırakılmıştır.
Kabul etmeyip isyan ederler veya kabul edip ihmal ederlerse ikinci ’emr’ devreye girer ve iki dünyada da gereğini yerine getirmekten geri durmaz.
Hakikât derecesine erişenler yani ilahi hükümlere riayet edip isyan etmeyenler ise hem beden kafesinde rahat ederler; hem de beden kafesinden kurtulduktan sonra yüceler âlemine yükselerek Enbiyâ ve Velîlerin ruhlarıyla birlikte bitimsiz zevk ve safaya kavuşurlar.
Aşağı âlemde kalan akraba ve yakınları ve bütün ehl-i iman için dua ederler ve imkân oldukça da yardım yapmaktan geri durmazlar.
***
Melekler tümüyle hakikât mertebesindedirler çünkü hem tabiat zindanında tutuklu değillerdir hem de unsurlar giysisini giymemişlerdir. “Emrolundukları işte ALLAH’a isyan etmezler ve kendilerine emredileni yerine getirirler” ayet-i kerimesinde buyrulduğu üzere, ALLAH’ın emirlerini zorlanmaksızın yerine getirmeleri ve isyan etmemeleri, tertemiz olduklarının en açık kanıtıdır.
Aynı şekilde Resuller, Nebiler, Kutuplar, Evtadlar, Abdallar, Nakipler ve Necipler gibi batınî âlemde tasarrufta bulunan büyük zatların tümü hakikât mertebesindedir.
Bunların dışında her memleket ve her beldede, istidat ve kapasitesi ayarında hakikat mertebesine erişen kimseler bulunur. Ancak bunlar da pek nadir olurlar.