OLMAZSA OLMAZ
Hamd ALLAH’a mahsustur. Noksan sıfatlardan takdis, teşbih ve tenzih O’na mahsustur. Her türlü tehlikelerde kuluna kefil olmuş ve kulunu korumayı üzerine almıştır. Kuluna bütün ihtiyaçlarından, umduklarından ve hatırına gelenlerin fazla in’am eden O’dur. Kulunu irşâd ve hidâyet eden, onu öldürüp diriltecek olan, hastalığına şifa veren, za’fiyetinde kendisini kuvvetlendiren, taatine ve rızasına kendisini muvaffak kılan da O’dur. Helâk olmaktan onu himayesine alıp koruyan, yemek içmekle hayatını idame ettiren, aza kanaati tevfik eden ve bu sayede şeytanın yollarını da daraltan O’dur. Bu sayede nefis şehvetini kıran ve kişiyi nefsin şerrinden koruyup Rabbine ibadet ettirmekle takva mertebesine ulaştıran da yine O’dur.
Bütün bunlar, kişiyi imtihandır. Daha doğrusu kendini kendine tanıtmaktır. ALLAH’ın emirlerine sarılıp sarılmayacağı, yasaklarından kaçınıp kaçınmayacağı; ALLAH’ın emirlerine mi yoksa nefsinin arzularına mı uyacağını denemek içindir…
Bundan sonra bilmiş ol ki, insan için en büyük tehlike mide şehvetidir. Diğer bütün şehvetlerin hatta dert ve afetlerin kaynağı da mide şehvetidir. Bütün hepsinin sebebi mideyi ihmal ve bu ihmalden meydana gelen tokluk ve tembelliktir. Şayet insan az yemekle nefsini dizginlese ve şeytanın yollarını daraltmış olsa, ALLAH’a itaate bağlanırdı da boş gösteriş ve azgınlık yollarına sapmazdı. Dünyaya meyledip onu ahiret üzerine tercih etmezdi.
İhyâ-i Ulûmi’d-dîn
Yemek ve içmek ilmi (adabı), ibadet ilminden önce gelir. Çünkü ibadet, bu ikisi sahih olmayınca makbul olmaz. Nitekim abdest sahih olmayınca namaz da sahih olmayacağı gibi.
Helalinden ve temiz gıdayı bulmak en zor işlerdendir. Zira onu, en küçük bir yanlış hareket boşa çıkarır; helal ve temiz olmayan en küçük bir nesnenin karışması iptal eder.
Temiz olan helal yiyecek ve içeceği gaflet uykusundan uyanmış, bilgili ve anlayışlı bir kimse arar ve bulabilir. Ancak böyle bir kimse aklı, ilmi ve bütün gayreti ile bu işe ehemmiyet verir.
Yemek işlerinde farz olan, helal, temiz ve yeterli miktarda olmasıdır. Belirtilen usulde yemek, en büyük farzlar arasındadır. Zira tüm hayırların esası ve kıvamı, bununladır.
Hazreti Aişe ‘radiyallahu anha’ validemiz şöyle anlattı: Resûlullah ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ efendimiz midesini hiç doyurmaz, doldurmazdı. Çok kere onda gördüğüm açlık sebebi ile ağlardım; elimi midesinin üstünde gezdirir, şöyle derdim: “Nefsim sana feda olsun. Dünyalıktan yana, seni doyuracak, açlığını giderecek kadar alsan ne olur?”
Şöyle cevap verirlerdi: “Ya Âişe, peygamberlerden ulü’l-azm kardeşlerim, bundan daha zoruna sabrettiler. Halleri ile göçüp gittiler; Rablerine kavuştular. Kendilerine pek güzel mükâfatlar ikram olundu. Maişetimi refah (rahatlık) içinde temin ederek onlardan geri kalmak istemem. Ahirette nasibimin eksilmesinden ise bu kısa günlerde sabretmem benim için daha hayırlıdır. Bana dostlarla birlikte ve boş mide ile ALLAH’a kavuşmaktan daha sevimlisi yoktur.”
Hazreti Lokman ‘aleyhi’s-selâm’ın nasihatlerinden biri de budur: “Yavrum, mide dolduğu zaman düşünce uyur, hikmet susar; â’zâlar ibadetten geri kalır.”
Çünkü çok yemek, ruhu bitap düşürdüğü; kalbi katılaştırıp kararttığı için kişiyi taat ve ibadetten geri bırakır.
Çok yemek çok su içirir; çok su içmek çok uyku getirir. Çok uyumaksa, ömrün beyhude geçmesine yol açar. İnsanın en kıymetli sermayesini zayi eder.
İnsan bedenindeki mide, kalbin alt tarafında kaynayan kazan gibidir ki buharı kalbe yükselir. Mide buharının çokluğundan kalpte siyahlık, bozulmalar ve kederler hâsıl olur. “Çok yiyip içmekle kalplerinizi öldürmeyin” hadis-i şerifindeki mana zuhur etmiş, kalbin katı, hissetmez olması ve nurunun sönmesine sebep olmuş olur.
Muhakkak ki çok yeme, âzâların kargaşa ve heyecanına; atıkların ve hastalıkların çokluğuna, gözün faydasız şeylere kaymasına, dilin faydasız şeyler konuşmasına; utanç ve ayıpların çoğalmasına; kalbin yenip içilecek şeylerle fazlaca meşgul olmasına; anlayış ve ilmin kıtlığına; ibadetin azlığına ve ibadetin tadının zail olmasına; can çekişme ile ölümün zorluğuna ve ahiret nimetlerinin de azlığına sebep olur.
Hadis-i Kudsi’de: “Ey Âdemoğlu! Karnın tok iken ilim ve amele nasıl heves duyacaksın? Çok uyku varken kalbin cilalanmasını nasıl isteyeceksin? Çok konuştuğun halde hikmeti nasıl elde edeceksin? İnsanlarla bu kadar içli dışlı olmuşken Benimle yakınlığı (üns) nasıl bulacaksın? İçinde dünya sevgisi varken Benim sevgimi nasıl isteyeceksin? O halde ilim ve ameli açlıkta ara… Kalbin cilasını seher vaktinde ara. Hikmeti susmakta ara; Bana kavuşmayı insanlardan ayrı kalmakta ara. Sevgimi ve rızamı ise dünyayı (kalben) terk etmekte ara.” buyurulmuştur.
Açlıkta olan neşe ve sürurdan, yeryüzü sultanları mahrumdur. Çünkü açlık, hususi bedenlere verilen bir ziyafettir.
Marifetullahı isteyen çok yemekten ve sürekli tok durmaktan kaçınmalı; az yemeye alışarak manevi nimetler ile neşelenmeli, gönlü şen olmalıdır.
Bu sebeple “Açlık, ism-i a’zamdır; yani ism-i a’zamı bilen gibi her muradına nail olur” demişlerdir.
Bir mısra:
Bend iden dehânı, seyr ider cihânı:
Çenesini kapatan, âlemi seyreder.
Şir’at’ül İslâm ve Marifetname
Seyr-u sulukta üç şey son derece önemli ve gereklidir. Onlar olmadan sûluk mümkün olmaz: Birincisi erenlerin (maddi-manevi) sohbeti; ikincisi bu yola (veli ile keramet; mürşit ile tarikata) karşı olanlardan, ehl-i bid’attan ve ehl-i dünyadan (zaruri durumlar haricinde) uzak durmak; üçüncüsü ise az yemektir.
Bir gün çok, bir gün az yemenin hiçbir menfaati olmadığı gibi böyle yapanlar vakitlerini zayi etmiş olurlar. Taâmı az yemeli ve bu sıfat üzere devam ve sebat etmelidir. Sebat etmekle nice güçlükler kolaylaşır. Sebatsızlıktan hiçbir fayda husûle gelmez.
Zübdetül Hakaik
Avam sınıfında olanlar, az yemeyi riyazetten saymadıkları gibi, buna devam edilmesini mücahede olarak dahi görmezler. Onlara göre büyük iş çokça aç kalmaktır. Öyle ki: Yemek yemeyi kötü ve yemek yememeye alışmayı riyazet sayarlar.
Bu Tarikat’ın büyükleri ise, halleri gizleyip avam katında riyazet sayılan şeyleri terk ederler. Bilhassa halkın kabulüne sebep olan şeylerden sakınırlar. Zira halkın kabulüne mazhar olan işler, büyük afetler arasında sayılır. Bu manada Resûlullah ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ efendimiz şöyle buyurdu: «Allah’ın koruduğu hariç; bir kimseyi din ve dünya işlerinde insanların parmakla göstermesi, kendisine günah olarak yeter.»
Fakir’e göre: Çokça aç kalmak, yemek işlerinde itidal üzere olmaktan daha kolaydır. Orta halli olma riyazeti ise çok aç kalmaktan daha faziletli ve daha iyi olmaya müstahaktır.
Allah sırrının kudsiyetini artırsın, muhterem babam şöyle dedi: “Sülûk ilmi üzerine yazılan bir risale buldum; onda şöyle yazılmış olduğunu gördüm: Yemek işlerinde itidal haddine riayet etmek, onda orta halli olmaya dikkat etmek matluba vâsıl olma işinde yeterlidir. Bu hususa riayet ettikten sonra, zikre ve fikre hacet kalmaz.”
Gerçek olan da şu ki: Yemek ve giymek işlerinde, hatta bütün işlerde orta hal üzere bulunmak iyidir; cidden güzeldir, en güzeldir.
Bir mısra:
Yediğin, sana ağırlık verecek kadar olmasın;
Aç kaldığında da, vücuduna zaaf gelmesin!
Mektubat-ı Rabbani