Etiket arşivi: Yolcu Yolunda Gerek

 ÜSVE-İ HASENE

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ferman etti ki: Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.
                       Hadis-i Şerif

Gözlerin görmeyip kulakların işitmediği, insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetlerin sergilendiği Cennet’te, dilek ve isteklerin var edilmesi, anında yerine getirilmesi, nimetlerin en azı idi… Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimiz öyle buyurmuş ve dünya hayatında pek çok örneğini sergilemiş idi…

Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimiz öyle buyurmuş ve dünya hayatında pek çok örneği sergilenmiş olduğu için, değil sadece Cennet’ten bu dünyadan bile sayısız örnek verilebilir.

Öyle değil mi!

Her şey kudret ve iradesinde olan Yüce Rabbimizin, sevdiği ve razı olduğu kullarının dilek ve isteklerini bu dünyada veya öteki dünyada yerine getirmesine kim ve ne engel olabilir; sevdiği ve razı olduğu kullarını, izni olmaksızın, varlık âleminin en üstün ve şereflileri olan Nebi ve Resullerle ’Salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain’  kim sınırlayabilir!

Elbette ki hiçbir şey!

Yapan ve yaratan O ‘Celle celaluhu ve celle şanuhu’ olduğuna ve her şey kudret ve iradesinde bulunduğuna göre diler bu dünyada, diler öteki dünyada dilediği anda ve dilediği canda yerine getirir..

İman etmek, kabul etmek, gönülden dua etmek ve severek kulluk etmek güzel kullardan başka kimlerden gelir!…

Her haliyle Cennet ve Ötesine davet edip yönlendiren Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimizin hayat-ı saadetlerinde bu ve her hakikat en fazlasıyla sergilenirken ebedi saadete davet de tam manası ile yerine gelir…

Şöyle ki…

Güzide ashâbı ’Aleyhimü’r-rıdvan’ ile birlikte ikram olarak getirilen pişmiş bir kuzunun etini yiyip kemiklerini kırmadan bir tencerenin içine biriktirdikten sonra bereketli ellerini o kemiklerin üzerine koyan Resul-i Ekrem’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimiz, kuzunun eski haline dönmesini dilediği duasının hemen peşinden kemiklerin tekrar eski haline dönmesi, Cennet nimetlerine dünya hayatından verilecek örneklerden sadece bir tanesi…

Birlikte yolculuk yaptığı ashabının suları tamamen tükenmiş, dinlenmek ve namaz kılmak için mola verdiklerinde hem içecek ve hem de kullanacak bir damla bile suları kalmamıştı. Her haliyle Cennet güzelliklerini sergileyenin yanına gelip durumu arz ettiklerinde her zaman olduğu gibi yine ellerini saadetle kaldırıp dua etmesinin hemen ardından mübarek parmakları arasından musluklardan aktığı gibi sular akmaya başlaması; yüzlerce kişi içtikten, abdest aldıktan ve su kaplarını doldurduktan sonra da kesilmesi, Cennet nimetlerinin dünya hayatındaki bir diğer nümunesi…

Çağırdığında, toprağı yara yara yanına kadar gelen hurma ağacına “Ben kimim?” buyurduğunda, ağacın: “Sen Allah’ın Resulüsün! Sen Allah’ın Resulüsün! Sen Allah’ın Resulüsün!” cevabını vermesi ve ikinci bir emirle tekrar yerine gömülmesi; istirahat buyurdukları yerde gölge yapmak için bir ağacın gelmesi ve bir başka ağacın ise kuru iken yeşermesi; avucuna aldığı çakıl taşı veya ekmek kırıntılarının ‘Allah, Sübhan Allah’ diyerek tesbih etmesi; mübarek ‘ter’inin Cennet’ten geliyor gibi en güzel kokulardan daha güzel râyiha vermesi ve nurdan bedenleşmiş vücudunun Cennet’te yaşıyor gibi gölge etmemesi; duasıyla, hastaların iyileşmesi, âma gözlerin görür hale gelmesi ve ölülerin dirilmesi; bir parmak işaretiyle gökteki Ay’ın ikiye bölünmesi ve gurub eden Güneş’in tekrar geri dönmesi; Arz’dan Semâ’ya, Kürsi’den Arş’a ve âhiret âleminden en yücelere kadar seyr-ü sefer edip tekrar geri dönmesi ve bütün bunların birkaç dakikalık zaman içerisinde gerçekleşmesi; varlık âlemine çıkış ve öncesinden haşr-ü neşr ve sonrasına kadar geçmiş ve gelecek en önemli hâdiseleri haber vermesi ve sayısız âlemlerde yürürlükte olan düzen ve sistemi en veciz ve sâde ifadelerle beyan etmesi…

Bi’set’ten önce bile, küçük yaşlarda kaçırılıp köle olarak satılan ve dolaylı yoldan alınıp hediye getirilen Hazreti Zeyd’in ’Aleyhimü’r-rıdvan’, ‘en yüce ahlak’ ile müşerref olmasından bir zaman sonra yerini tespit eden ailesinin kendisini almaya gelmesinde, maddi bir karşılık olmaksızın serbest bırakılmış olmasına rağmen, ailesini değil de Efendiler Efendisini tercih ettirecek kadar izah ve idrak ötesi tatlı ve lâhuti bir ahlak ile âlemleri şereflendirmesi…

Onunla Aleyhi’s-selatü ve’s-selâm’ aynı dönemde yaşama ve Onun yoluna baş koyma saadetiyle şereflenen güzide ashabından birinin ’Aleyhimü’r-rıdvan’, düşmanları tarafından şehit edilmeden önce sorulan: “Sen evinde ailenle rahat ve güven içinde, yerinde de Efendinin olmasını ister miydin? sorusuna: “Allah’a yemin olsun ki, benim, evimde rahat içinde olmama karşılık Onun Aleyhi’s-selatü ve’s-selâm’ ayağına bir dikenin bile batmasını istemem” demesi; bir diğerinin ise ’Aleyhimü’r-rıdvan’ “Ona bir diken batacağına, ailem ve çocuklarım burada benim yanımda olsunlar, onu isterim” kelamını dedirtecek derecede muhabbet edilmesi…

Ahiret âlemine intikal haberini alan güzide ashabından birinin felç geçirmesi, bir diğerinin a’ma olmayı başkasını görmemek için dilemesi ve dileğinin yerine gelmesi; bir diğerinin ömrünün sonuna dek her gece Onu Aleyhi’s-selatü ve’s-selâm’ rüyasında görmesi ve bir diğerinin ise, Onsuz yaşadığı seksen yıl boyunca adının anıldığı her keresinde gözlerine hakim olamayıp ağlayacak şekilde sinelere yerleşmesi..

Cennet ve Ötesi’ne yönelenleri, her türlü manevi güzelliği barındıran sohbet-i şerifleriyle en yüksek derecelere erdirirken, Asr-ı Saadet’ten Kıyamet’e dek gelmiş ve gelecek ve dahi ümmetine rehberlik edecek olan Varis-i Resulleri muhabbet ve manevi sohbetleri ile kemâle erdirmesi…

Âlemler, hürmetine yaratılmasına rağmen tevâzu; tahammül edilmesi en zor durumlarda ise sabır, şükür ve sevgi gibi en yüce ahlâkı; koca bir orduya karşı tek başına atını mahmuzlayacak ve ganimet malı olarak kendi payına düşen kırk bin koyun, yirmi dört bin deve, altı bin esir ve on iki bin kilo gümüşün hepsini dağıtacak derecede sergilemesinin yanında hangi iş veya meşguliyet içinde olursa olsun, gönül ve düşünce dünyasının her an Âlemlerin Rabbine yönelmesi ve O’nu tespih etmesi; hangi hal içinde bulunursa bulunsun O’na hamd etmesi ve her şeyi O’ndan bilmesi gibi daha nice Cennet güzellikleri ve numunelerinin her vasfıyla ‘El-Hâbib’ ve ‘El-Emin’ olan Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimizin hayat-ı saadetlerinde sergilenmesi ebedi saadete dâvetin tam mânası ile yerine gelmesi için…

*     *     * 

“Levlâke, levlâke lema helektul eflâke”

 “Ve ma erselnake illa rahmeten lil âlemin.”

“Ve inneke le alâ hulûkın am.”

kutsi hadis ve ayet-i kerimelerle, “âlemler, hürmetine yaratıldığı; o âlemlere rahmet ve azîm bir ahlâk üzere olduğu” bildirilen Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimizin; 

     “And olsun ki,
Resulullah’ta sizin için,
Allah’a ve ahir güne kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça anan kimseler için üsve-i hasene vardır.”

âyet-i kerimesi ile de kimler için en güzel örnek ve en emin rehber olduğu beyân edilmektedir  ‘Sallallahu teâla aleyhi ve ala alihi ve ashabihi ve ehl-i beytihi ve sellem’.

***   ***   ***

ŞEMAİL-İ ŞERİF

“’Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimizin mübarek yüzleri ayın on dördü gibi parlar, nurlar saçardı; rengi ise beyaz, gül kırmızısına çalardı.’ ‘Mübarek başları büyücek ve kerimane hareketli; alnı geniş; kaşları arası açık; kirpikleri sık, kavisli ve uzunca idi.’ ‘Kaşları yay gibi ince ve uzun; gözleri kudretten sürmeli idi. Siyahı gayet siyah, beyazında ise hafif kırmızılık vardı.’ ‘Gözleri uyur, kalbi uyumazdı; bu sebeple uyuması abdestini bozmazdı.’ ‘Mübârek göz uçları yere doğru eğik olurdu. Süküt halinde yere bakışları semaya nazarlarından daha fazla idi ve ekser bakışları mülâhazalı idi.’ ‘Saçları gür idi; ne düz ve ne de fazla kıvırcık, ikisi arası mutedil dalgalı idi.’ ‘Mübarek sakalları da gür; göğsünü dolduracak şekilde büyükçe ve tarifsiz güzellikte idi.’ Bir şeye üzüldüklerinde onları fazlaca messederlerdi.’ ‘Uzuna meyleden boyu ne çok uzun ne de kısa idi. Uzunluğu ile meşhur biri, yanında yürüdüğünde, o kimseden daha uzun görünürdü.’ ‘Mübarek dişleri bembeyaz ve inci gibi parlak; üst ön dişlerinin arası hafifçe açık idi. Kelâm ederken dişlerinin arasından nurlar saçılır; tebessüm ederken, fem-i saadeti, nurlar saçarak açılır idi.’Mübârek bedenleri herşeyi ile mûtedil; mübârek uzuvları birbirine çok uyumlu ve münâsip idi.’ ‘Haddizâ-tında mübarek azaları ve bedenleri hafif büyükçe idi; kendisini görenlerin nazarında ise daha büyük ve heybetli görünürdü.’ ‘Kendisini ilk defa görenler heybetine kapılır; fakat tanıyıp dostluk kuranlar O’nun sevgisinden kendilerinden geçerlerdi.’ ‘Yürümesi, hafif öne meyilli düz idi; yokuştan iner gibi îtinalı; yüksekten dökülen su gibi seri; son derece mütevazi ve vakarlı idi.’ ‘Yürürken ashâbını önünde yürütür: ‘Ardımı meleklere bırakın!’ buyurur idi.’ ‘Döndüğünde bütün vücudu ile döner; bir tarafa bakarken sâdece mübârek başıyla değil, bütün vücudu ile yönelirlerdi.’ ‘Karşılaştığı kişiye selamı ilk önce kendileri verirdi.’Muaşeretinde hafif yollu latifeci, konuşmalarında tebessüm edici idiler.’ ‘Mübarek kelamları tane tane idi; her işiten onu anlardı. Öyle kelâm ederlerlerdi ki, saymak isteyen kimse kelimeleri sayabilirdi.’ ‘Mübarek konuşmaları öylesine güzel ve tatlı idi ki dinleyenler, başlarının üzerinde kuş var da uçacakmış gibi dinler; kendilerinden geçerler idi.’ ‘Onunla birlikte öylesine huzur ve sekînetle namaz kılarlardı ki, kuşların, üzerlerine konduğu olurdu.’ ‘Güzel kokudan hoşlanırlar; reddetmezler ve dahi emrederler idi.’ ‘Koku sürünsün sürünmesin, mübarek teni ve teri en güzel kokulardan daha güzel kokardı.’  ‘Bir tarafa yönelip gittiklerinde, kendinden evvel güzel kokuları fark edilir; zatına has kokusundan nerelerden geçtiği bilinirdi.’ ‘Kendisi ile musafaha edenler, bütün gün onun rayiha-i tayyibesini duyarlardı.’ ‘Bir şeyi fenaya yormaz, hep iyiye yorarlardı. Uğursuzluk addetmekten hoşlanmazlardı.’ ‘Zan ile iş yapmaz; bir kimsenin diğer bir kimse aleyhinde lafını kabul etmezlerdi.’ ‘Güzel olmayan laflar edenlerden yüz çevirir; hoşlanmadığı bir sözü söylemek zorunda kaldığında, onu kinaye yoluyla ifade buyururlardı.’ ‘Yemede, giyinmede zaruret kadarı ile yetinir ve fazlasından çekinir idi. Kendisi ne yer ve ne giyerse, hizmetkârlarına da aynısını yedirir ve giydirir idi.’ ‘Kılık kıyafeti düzgün olmayandan düzeltmesini ister; imkân nispetinde, güzel ve hoş olanı giymeyi emreder ve: “Allah güzeldir, güzeli sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir hakkı ve hakikati reddetmek, halkı hakir görmektir.” buyurur idi.’ ‘Kendisinden isteneni vermesine hiçbir şey mani olmazdı.’ ‘Kendisinden bir şey istendiğinde onu yapmak isterlerse “Evet” derler; istemezse susarlar; yok demezlerdi.’ ‘Bir şeyden hoşnut olduklarında süküt ederlerdi.’ Bir şeyden hoşlanmadıkları zaman bu, simalarında görülürdü.’ ‘Kimseyi hoşuna gitmeyen şeyle yüzlemez, azarlamazlardı.’ ‘Hasılı: ‘İnsanların en güleç yüzlüsü, en yumuşak huylusu, en açık gönüllüsü ve en hoş canlısı idi.’ O’nu tarife çalışanlar: ‘Ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra, O’nun gibi bir zat görmedik!’ derlerdi.

Ramûz El-Ehâdis

***   ***   ***

“EL-HABÎB”

Levlâke levlâke
lema halektül eflâke
ve lemma ezhartü’r-rububiyyeh.

(Habîbim)
Sen (ve kulluğun) olmasaydı,
felekleri yaratmaz,
Rububiyyetimi izhar etmezdim.

Hadis-i Kudsî

Âlemlerin Rabbinin Ona ’Sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem’ ‘Habibim’ demesi ve sayısız âlemleri, Onun hürmetine var etmesi; aziz varlığı ve ahlâkı ile o âlemleri şereflendirmesi ve Rububiyyetini izhar etmeye mukaddes zâtı ve kulluğunu vesile etmesi; ‘La emrük’ hitabı ile yemin ettiği ömründe sayısız cennet nimetini sergilemesi ve her bir Nebi ve Resulden ’Salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain’ vaktine yetiştikleri taktirde Ona ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ tabi olmasını istemesi…

Onun da ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’: “Bir söz söylüyorum, onda övünmek yok: Ben Habibullah’ım!” “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur.” “Ben Allah’ın nûrundanım, mü’minler de benim nûrumdandır.” “Âdem aleyhi’s-selâm su ile balçık arasında iken, ben peygamber idim” “Baas olunduklarında bütün peygamberlerin efendisiyim. Mahşere vardıklarında onların en önde olanıyım. Ye’se düştüklerinde müjde vericileriyim. Secde ettiklerinde onların imamıyım. Toplandıklarında, Allah’a en yakın olanıyım. Ben konuşurum, Allah beni tasdik eder. Ben şefaat ederim, şefaatim kabul olunur. Ben isterim, O da verir.” Şerefli Hadisleri (Sözleri) ile tebliğ etmesi gibi daha niceleriyle gerçek yeri ve değeri gösterilen; her hali ile ‘latîfeleri’ Cennet ve Ötesine yönlendiren; adının hürmetle anılması dünya ve ahiret saadetine vesile, sevgisi ise cehennem ateşine perde olan; dünyevi de olsa en küçük işlerde bile ona uymaya ibadet sevabı verilen ve ümmetine karşı son derece şefkat ve merhametli olan Resul-i Ekrem, Nebiyy-i Muhterem, Server-i Âlem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimizi hürmet ve muhabbetle anarken can-u gönülden salât-ü selâm getirebilmek, önceki Nebi ve Resullerin ’Salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain’ Onun ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ ümmeti olma saadetini dilemesi gibi büyük bir nimete -en hakir ve günahkârı olarak dahi- nâil olmamızın şükrünün bir gereği ve neticesi olduğu gibi;

“Kûl: Lâ es’elukum aleyhi ecran illel meveddete fil kurbâ” De ki: Buna (yaptığım tebliğe) karşılık sizden, kurba’da sevgi (yakîn ehline ve yakın ehlime sevgi) haricinde bir ecir istemiyorum.

ayet-i kerimesi mûcibince, dünyayı şereflendirişinde, ahirete göç edişinde, ikisi arasında ve sonrasında ümmetinin saadetini dileyen ve şefaatini de o sebeple erteleyen Resul-i Ekrem, Nebiyy-i Muhterem, Server-i Âlem ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin yakınları olan âlini, ashabını, mübârek nesli Ehli-beytini ve dahi manevi ehli olan vârislerini karşılıksız sevebilmek; yapmış olduğu davete icabetin gereği; ‘Elest Bezmi’nde ‘Elestü bi Rabbiküm’ hitabına ‘Belâ!’ ile mukabele etmiş olmanın neticesi, meyvesidir.

***   ***   ***

İLK NUR

Yaratılıştaki hikmetler ve beşer idrâkini aşan hâdiselerle ilgili hadis-i şeriflerdeki bilgi ve işaretlerden Ehl-i keşfin çıkardığı mâna, ilk yaratılan şeyin Resul-i Ekrem ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin hakikati olan ‘nûr’ olduğu ve sayısız âlemlerin de o ‘nûr’dan zuhûr bulduğudur.

Sayısız âlemlerin bir özden yaratılmış ve yaratılıyor olması, Âlemlerin Rabbinin her şeyi bir çekirdekten (özden) yaratmış ve yaratıyor olması hikmetine de muvafık düşmektedir.

Küçücük bir çekirdekten koskoca bir ağacı çıkarması ve koskocaman ağacı da küçücük bir çekirdeğe sığdırması ile bütün âlemleri bir özden meydana getirmesi ve o çekirdeğe sayısız âlemleri yerleştirmesi arasındaki fark zam‘an’ ve mekân olabilir sadece.

Çünkü O’nun için zor ya da kolay diye bir şey yoktur. Bir çekirdeği nasıl yaratırsa bir ağacı da öylece yaratır; bir insanı nasıl yaratırsa bir kâinatı da öylece yaratır veya yok eder. Çünkü O, Kadir-i Külli Şey’dir: Gücü ve kudreti her şeye yeten…

Çünkü:

O, bir şeyin olmasını dilerse onun için yalnızca “OL” der; o da oluverir.

Ayet-i Kerime Meâli

O’nun güç ve kudretinin sonsuzluğunu, her şey ile bir şeyi aynı anda ve kolaylıkla yaratacak güç ve kudretini idrak edip anla-maktan sonsuz derece uzak olduğumuz için yapabileceğimiz en güzel şey: Öyle oldu-ğunu en içten duygu ve düşünceyle kabul etmek ve özümsemek; öyle olduğuna inanmak; îman etmek…

***   ***   ***

“LEVLAKE”

“Allah var idi, O’nunla beraber hiçbir şey yok idi” iken “Bilinmeyi sevdi…”kten sonra ilk yaratılanın Resul-i Ekrem ’Sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem’  Efendimizin nûru olması ile yaratılıştaki gayenin en müstesna şekilde ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin hayat-ı saadetlerinde sergilenmiş olması hakikati “Levlâkê…” ‘nin kudsî manası ile de birebir örtüşmektedir.

Hem o nûrun ve hem de dünya âlemin-deki zuhûrunun “Sen olmasaydın…” hitabı ile müşerref olması, her iki durumda da, varlığı ve kulluğunun, ne kadar müstesna olduğuna işaret eder.

O nûr ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’, ilk yaratıldığı an da kulluğun en üstün halleri ile hemhâl idi; “Âdem aleyhi’s-selâm su ile balçık arasında iken, ben peygamber idim” deminde de kulluğun en müstesna halleri ile hemhâl idi; dünya âlemini şereflendirdiği zaman da kulluğun en müstesna halleri ile hemhâl idi; ahiret âlemine intikal ettikten sonra da kulluğun en müstesna halleri ile hemhâldir.

“Ömrümde sadece bir kere Sahabe-i Kirâm gibi secde etmek nasip oldu” diyen bir velinin durumu bu minvalde olunca Resul-i Ekrem ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin kulluğunu her yönü ile yaşamak değil anlamak bile beşer idrakini aşan mevzulardan olsa gerek..

“Allah ile öyle bir vaktim olur ki, onda bana ne bir mukarreb melek, ne de mürsel bir peygam­ber yetişebilir.”

Hadis-i Şerif

***   ***   ***

DUA

Ya Rabbelâlemin! Ona, âline, ashabına, ehl-i beytine ve varislerine muhabbet ve hürmetlerin en güzeli ile yaşamayı ve ahiret âlemine o hâl üzere göçmeyi bizlere ihsan eyle Allah’ım!

Sonsuz lütfun ve kereminle…

Amin!

Yolcu Yolunda Gerek