Şuayb “aleyhisselam” zamanında biri; “ALLAH, benim birçok günahımı gördüğü ve bildiği halde lûtuf ve keremi ile beni cezalandırmıyor” diyordu.
Hakk Teâlâ ona cevap olarak, gayb yolu ile Şuayb’ın kulağına buyurdu ki:
Ben bu kadar günah işledim de ALLAH keremi ile beni sorumlu tutmadı; cezalandırmadı, diyorsun. Ey doğru yolu bırakıp da çöllere düşmüş kişi! Tam tersini söylüyorsun.
Kaç kez cezalandırdım seni, haberin yok! Baştanbaşa bağlısın; ayağından tepene kadar zincirler içinde kalmışsın. Duygularının, nefsanî isteklerinin esiri olmuşsun, farkında değilsin.
A kara kazan! İsin, pasın kat kat; için, yüzün berbat! Gönlünde is üstüne is, kurum üstüne kurum. Bu is ve kurum o derecede ki, nihayet gönlün, bütün (İlahî) sırlara karşı kör olmuş.
Eğer o is ve kurum, yeni bir kazana bir arpa tanesi kadar bile değse, izi, eseri apaçık görünürdü. Çünkü her şey zıttı ile görünür olur. Beyaz üstünde siyah gibi…
Kazan kapkara kesilince, isin ondaki etkisini, üzerine çaldığı kara lekeyi çabucak kim görebilir?
Demirci zenci olursa, duman onun yüzünde bir iz bırakmaz. Fakat beyaz tenli biri olursa, dumanın tesiri ile yüzü kararır. O da günahın tesirini çabucak anlar da; ‘Ya Rabbî!’ diye inlemeye başlar.
Günahta ısrar edip kötülüğü meslek haline getirince basiretini bağlamış, gönül gözüne toprak doldurmuş olur. Günahı görmez, vicdan azabını da hissetmez olur.
Tövbe etmeyi hatırına bile getirmez. Günah onun gönlüne tatlı gelir. Derken, dinden îmândan olur.
O pişman oluş ve nedametle ‘Ya Rabbî!’ deyiş ondan zâil olur; gönül aynasına beş kat pas (zulmet) oturur.
Onun demir kalbini, kaskatı olan kalbini paslar yemeye ve îmân cevherini zulmetler eksiltmeye koyulur.
Beyaz bir kâğıt üzerine yazı yazarsan, o yazı, bakınca okunur. Yazılı bir kâğıt üzerine yazarsan, yazdığın anlaşılmaz. Okunması güçleşir ve yanlış okunur. Çünkü mürekkebin siyahlığı üst üste gelince, iki yazı da (doğru) anlaşılmaz, manası körleşmiş olur. Eğer o kâğıda üçüncü kere yazı yazarsan (günah işlersen), onu kâfir kalbi gibi simsiyah edersin…”
Şuayb “aleyhisselam” bu nükteli sözleri; “ALLAH kereminden ötürü benim kusuruma bakmıyor” diyen kişiye söyleyince, Peygamber’in rûhanî nefesinden onun gönlünde güller açıldı. Onun rûhu, semâdan gelen vahyi Şuayb aleyhisselam’dan duyunca; “Günahlarımın cezasını verdi ise, belirtisi nerede?” diye sordu.
Şuayb Peygamber dedi ki: “Ya Rab! Bu adam sözümü dinlemiyor, günahlarının belirtisini istiyor.”
Cenab-ı Hakk buyurdu ki: Ben kusurları örtücüyüm; işinin iç yüzünü anlamasına dair bir işaretten başka, sırlarını söylemem.
Onu muaheze etmekte olduğumun bir nişanı şudur ki: O tâatta bulunuyor; oruç tutuyor, namaz kılıyor… Lâkin namazdan, zekâttan ve başka ibadetlerden zerre kadar zevk (manevi haz) almıyor. Yüksek tâatlar ve amellerde bulunuyor, lâkin zerre miktarı neşe duymuyor. İbadeti şeklen iyi ama rûhu, manası güzel değil; cevizler çok iyi ama, içleri boş.
İbadetlerin meyve vermesi için gönülde mânevî bir zevk lâzımdır. Çekirdeğin fidan vermesi için içli olması gerektir. İçi olmayan çekirdek hiç fidan verir mi?