VELİ
Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Takva sahibi bir şeyh, kavmi arasında peygamber gibidir.” Lügatte ihtiyar kimseye şeyh denir; saçı, sakalı ağarmış manasınadır. Fakat bu beyaz kılın gerçek manasını bilmen gerek! Siyah kıldan murad, onun varlık ve benliğidir; günah yüküdür. Benlik ve günah yükü kalmayınca birisinin, ister saçı sakalı siyah olsun, ister beyaz, o şeyhtir, Allah’ın has velisidir. O kara saç, kara sakal, insanlık sıfatıdır, beşeriyet vasfıdır. Saç ve baştaki kıllar değildir.
Bir adam yaşlansa da saçı sakalı ağarsa hakikatte ne pirdir, ne Allah hası! Varlığında insanlık sıfatlarından bir tek kıl bile kalsa Arş’a mensup olamaz. Eğer bir kimse, insanlık sıfatlarının bir kısmından kurtulur da bir kısmı kalırsa şeyh değil olgun bir insan olur. İnsanlık sıfatlarından, beşeri vasıflardan bir tek kara kıl bile kalmadı mı şeyh olur; mahlukata rahmet olur.
***
Veliler, ayakta iken de dönüp dolaşırken de Ashâb-ı Kehf gibi uykudadırlar. Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk ve bitkinlik gider; eziyet ve sıkıntıdan kurtulursun. İşte uyku halini, velilerin uyanıkken de duygularını taşımamaları haline bir nümune bil! Bu sebeple veliler Ashab-ı Kehf gibidirler. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar. Allah, onları, tekellüfsüz ve zahmetsiz, hatta habersiz sağa, sola çevirir. O sağa çevrilme nedir? Hayırlı iş; ef’âl-i hasene. Ya sola çevrilme nedir? O da bedene, varlığa ait işler… yemek, içmek, gezip dolaşmak gibi bedene ait meşguliyetledir.
***
Eğer velilerin kalbindeki nağmelerden bir miktar bahsedecek olsam (ten) mezarlarından (ölü) ruhlar başkaldırır.
Bilmiş ol ki veliler, vaktin İsrafilidirler. Onların nağmelerinden ölülere hayat ve neşv-ü nema hasıl olur. Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar, gaflet kefeninden kurtulurlar.
***
Onlar, halkı Allah’ın haremine, has dergâhına davet eder dururlar; Hakk’a da “Yarabbi bunları kurtar!“ diye dua ederler. Bir taraftan halka, (hal ve kâlleri ile) usanmadan nasihat eder, öğüt verirler. Halk öğütlerini kabul etmedi mi de: “Yârâbbi! Rahmet kapını kapama! diye niyaz ederler.
***
Velîlerin sözlerinden, yumuşak olsun, sert olsun, vücudunu örtme, kaçınma ki o sözler, dininin zâhirîdir; yani senin haline göredir.
Sıcak da söylese, soğuk da söylese, can kulağı ile dinle ki sıcaktan, soğuktan (hayatın hâdiselerinden) ve cehennem azabından sıçrayıp kurtulasın. (Şekeri, ekmek şeklinde pişirsen, yine onda seker lezzeti olur.)
O sözlerin sıcağı, manevi hayatın baharıdır. Sıdk’ın, yakînin ve kulluğun mayasıdır.
Çünkü maneviyat bahçeleri, onun sözlerindeki gıda (nur) ile dirilir. Gönül denizi, bu cevherlerle dolar.
***
Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine, bir kâmil veliye erişir, (zahir/batîn) sohbetine dahil olursan cevher olursun. Onların muhabbetini taa canının içine dik, kalbine yerleştir. Başka muhabbete gönül verme ki ümitsizlik tarafına gitmeyesin; zulmet cihetine meyletmeyesin. Aklını başına al da bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır.
***
Allah erinden, velisinden başkasını ise kuru kumsal bil ki o kumsal, her zaman senin ömür suyunu, manevi gıdanı içer, mahveder. Sözlerinin dış yüzü yolda çevik ol, der. İç yüzü, manevi yönü, özü de gevşekliğe sebep olur. Tembelleştirir. Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale gelir. Yıldırım, saf bir nurdan ibaret görünür ama göz nurunu çalmak onun hassasısdır.
***
Ey Hakk tâlibi, himayesine girmek nefs-i emmareyi öldüren mürşidin eteğini sımsıkı tut, gölgesinden ayrılma! Mürşidin eteğini sımsıkı tutmak, ondan ayrılmamak; Allah’ın sana manevi bir lütfu, bir yardımıdır.
***
Nefis, Allah velîsine yaklaşırsa, huzurunda bulunursa dili yüz arşın kısalır, kötülüğe meyli kalmaz. Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mâni olur. Soğuk vaatleri sıcak bir surette söyler. O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar.
Onun yüz dili vardır, her dilinde yüz lûgat, hilesi, riyası anlatılamaz ki! Nefsin sağ elinde tespih ve Kur’an vardır ama yeninde de hançer ve kılıç gizlidir. Onun mushafına, onun riyasına kanma; kendini onunla sırdaş, haldaş yapma! Seni aptes al diye havuzun kenarına getirir de havuza, suyun ta dibine atıverir! Eğer sen, nefsi zebun kılmak, onun hilelerinden kurtulmak dilersen, onu, zorla da olsa şeyh tarafına götür.
***
Velîlere uymadın, onları bekletip durdun mu, ukbada da kıyamet gününün beklenmesi sana yâr olur, bekler durursun. Hele yarın, hele öbür gün diye vaat eder, Allah’a dönmeyi erteler durursun ya… İşte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana! O uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın…
Öfke ve kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır. Bu ateşi ancak nur söndürebilir. Cehennem mümine “Nurun ateşimizi söndürdü” der… Elhamdülillah!
Nura sahip olmadığın halde yavaşlık, mülâyimlik gösterirsen bu kötü bir şeydir. Çünkü ateşin sönmemiştir, küllenmiştir. Aklını başına al, ateşi din nurundan başka bir şey söndürmez. Din nurunu görmedikçe emin olma… çünkü gizli ateş, bir gün olur ortaya çıkar. Nuru bir (tatlı) su bil, suya yapış… suyu elde ettin mi ateşten korkma! Ateşi su söndürür. Birkaç günceğiz o su kuşlarının (velilerin) yanına git de seni abıhayata ulaştırsınlar.
***
“Beni görene, benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu!” buyurdu Hazreti Mustafa Sallallahu aleyhi ve sellem.
Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakînen o mumu görmüştür. Bu tarzda o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan ilk mumu görmektir. İstersen o nuru, son çırağdan al, istersen ilk çırağdan… hiç fark yok. Nuru, dilersen son gelenlerin mumundan gör/al, dilersen geçmişlerin mumundan.
***
Velilerin işini kendinden kıyas tutma! Aslan mânasına gelen ‘şîr’, süt manasına gelen ‘şîr’e benzer.
(Bir misal: Nefsine esir olanlarda görülen büyüklenme ve üstünlük davası gütme, nefsinden azad olan velilerde ki vakar ve kararlılığa zahiren benzese de özdeki karşılığı zulmet ile nurdur. Birinin sebebi nefse esarettir ki zulmettir; diğerinin ki ise lütuftur, inayettir, rahmettir. Biri zulmet yayar, diğeri nur.)
Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar da Allah’ın seçkin kullarından az kişi haberdar oldu. Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar. Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Biz de uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da.
Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilemediler. Her iki çeşit arı, bir yerden yedi fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal. Her iki çeşit geyik otladı, su içti de birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk. Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu.
Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör! Bu, yer; ondan pislik çıkar; o, yer; kâmilen Allah nuru olur. Bu, yer; ondan tamamı ile kin ve haset zuhur eder; o, yer; ondan tamamı ile Allah’ın nuru husule gelir.
Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır.
***
İçinde tatlı su kaynayan kum/pınar pek az bulunur; yürü, onu ara! O pınar, Allah eri/velisidir ki kendinden ayrılmış, nefsinden azat olmuş ve Allah’a vasıl olmuştur. Ondan dinin tatlı suyu kaynayıp durmaktadır. Talipliler, (el an) o sudan hayat bulmakta, neşv-ü nema olmaktadır.
***
Her devirde Peygamber yerine (varisi ve vekili olarak) bir veli vardır; bu sınama kıyamete kadar daimidir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.
Kimde iyi huy varsa/özü iyi ise devrinin büyük velisine uymuş, kurtulmuştur; kimin mayası bozuksa, ona haset etmiş, düşmanlık etmiş; kalbi paramparça olmuştur.
***
Nerede manen yoksun ve çıplak görürsen bil ki; mürşidden kaçmış, ondan uzak düşmüştür. Gönlünün isteğine uymuş, o kör ve sermayesiz gönlün istediğini yerine getirmek için mürşidden firar etmiştir.
Eğer mürşidin isteğine uysaydı, kendisini de yakınlarını da manen süslemiş olurdu.
Bu kirli dünyada kim mürşidden kaçarsa, manevi devletten, mutluluktan kaçar; bunu böyle bil!
Mesnevi-i Şerif